Bu hafta bir kez daha anladım ki, hayat dümdüz bir yol değil. Elbet yokuşlar var; kimi zaman inmek, kimi zaman çıkmak zorunda olduğumuz. Ve tabi ki virajlar var, bazen başımız döne döne aldığımız. Düz giden yollar da var nitekim. Ama hayat bu; yokuşlardan, virajlardan, düz yollardan, bazen kumsallardan, bazense patikalardan oluşuyor. Güzel olanı da bu; hayatın bize her şeyi sunması. Farkettim ki, (hepinizin sayesinde) benim bu gel-gitlerim aslında hiç de anormal değil! Çoğu insan yaşıyor bu karmaşaları, kararsızlıkları, korkuları, tereddütleri, kısa süreli pişmanlıkları ve hatta çok da sıkça CİNNETLERİ. Her şey hayata, her şey yaşama dair.

Hele ben bir sanatçıyım, dışavurum yaratılış nedenim. Ben mutluluğu ve güzeli; üzüntüyü ve çirkini paylaşmayı seviyorum. Böylece var olduğumu hissediyorum. Benim bebek yapma serüvenim, oldukça sancılı bir serüven. Burada günlük tutmanın ne demek olduğunu başlarda tam kavrayamamıştım. Yazıyordum, ama içimde hep bir sıkıntı vardı. “Hamile kalamıyorum; hatta henüz denemiyorum bile. İnsanlar benden kesin hamilelik haberi bekliyordur.” diyerek strese giriyordum. Ama sonra gördüm ki, işin başka yüzü de var. Başka başka kadınlar da var senelerce hamile kalmayı bekleyen, bir bebek hasretiyle tutuşan. Beklemeyi bilen kadınlar var. Beklememizin nedeni önemli değil; önemli olan bekliyor oluşumuz. Biri yumurtasının çatlamasını bekliyor, biri adet tarihinin gecikmesini, bir diğeri yumurtlama gününün gelmesini, bir diğeri aşılama randevusunu ve benim gibi daha bir çokları da “hazır olacağı” zamanı bekliyor. Ve uzun bir zaman bekleyip de en sonunda beklediklerine kavuşan kadınlar, bekleyen diğer kadınları anlıyor. (Bu cümleyi yazarken tüylerim diken diken oldu.) Ve anlaşılmak, insanı hafifletiyor. Sanırım ben, aslında içten içte, hazır olduğumu sandığımdan çok daha hazırım!
Joy`dan tabii ki vazgeçmeyeceğim. Kızıyorum, evet. Zorlanıyorum, evet. Ama anneliğin kolay olduğunu iddia eden tek bir kadın görmedim bugüne kadar. Demek ki değil! Ama milyonlarca yıldır hâlâ, kadınların büyük çoğunluğu zor olduklarını bildikleri halde, anne olabilmek için çıldırıyorlar. Tedavisi mümkün olmayan, salgın bir hastalık gibi. Ama, zoru görünce kaçmak yok bu işin kitabında; farkettim. Çünkü işin içine SEVGİ giriyor. Ve işte, o salgın hastalığı yaratan virüsün adı sevgi. Çok garip bir şey. O sevgi sayesinde bir bağ kuruluyor ve bu, her şey geri dönüşümsüz yapan tek şey. O bağ kurulduktan sonra, artık ne kadar zorluk olursa olsun, geri dönülmüyor. Şimdi bana sorsanız, Joy`u asla birilerine veremem. Beni her ne kadar delirtiyor olursa olsun, o yaşamının sonuna kadar bizimle kalacak. Regl dönemleri olacak, dilinden değil; halinden anlamaya çalışacağım. Belki operasyonlar geçirecek, hormonları benim gibi dalgalanacak ve başımıza kim bilir ne maceralar gelecek. Ama bunların hiç biri ondan ve bize verdiği o masum sevgiden vazgeçmek için birer neden değil. Yoksa, sevgilimin beni her PMS haftasında terketmesi gerekirdi! Öyle değil mi?
Kısacası, bana güç veriyorsunuz. İnsanları dinlemeyi ve gözlemlemeyi oldum olası sevmişimdir. Şimdi bir de sorunlarınızı, yaşadıklarınızı, başınızdan geçenleri ve bunlara bulduğunuz (ya da bulamadığınız) çözümleri okuyorum. Her birinden kendime koca koca dersler çıkarıyorum. Hepiniz bir olup, geleceğe dair olan umutlarıma mumlar yaktınız. Ve o mumlardan şimdi kocaman bir aydınlık oluştu. Bir kaç gün sonra regl olacağım, eminim hormonlarım şu anda beni ele geçirmeye hazırlanmakla meşguldürler. Fakat ben kendimi yine de iyi, güçlü ve umutlu hissediyorum. Yılın ilk günlerinde kliniğe doğru yola çıkmış olacağım, heyecanlıyım. Oradaki 5 hafta boyunca neler yaşayacağım, bilmiyorum. Ama geri döndüğümde daha da güçlenmiş olacağıma ve “artık tam anlamıyla” hazır olmuş olacağıma eminim. Aşk Meyvesi`nden önce kendimi, içimdeki o gizli hazineyi doğurmalıyım ben. Ve doğumum çok yakında, hissediyorum. Hepiniz iyi ki varsınız.
Haftaya görüşmek üzere,
Sevgiyle,
Derya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkür ederim